• HABERLER
  • SERVİS 1
  • SERVİS 3
  • FİNANSİF
  • İNTERAKTİF
  • HESAP
  • DİĞER

İDLİB’DEKİ SALDIRI KABUL EDİLEMEZ, LANETLİYORUZ

ABONE OL
4 Şubat 2020 15:06
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bu sabah çok acı bir haberle uyandık. Suriye’nin İdlib bölgesinde, rejim güçlerinin saldırısında, 6 şehidimiz var. Çok sayıda askerimizin de yaralandığı haberini aldık. Acımız gerçekten çok büyük. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifa diliyoruz. Kahraman ordumuza ve milletimize baş sağlığı diliyoruz. Aslında koordinatları önceden bildirilmiş, yeri belli konvoyumuza yapılan bu saldırıyı lanetliyoruz, şiddetle kınıyoruz. Kabul edilemez buluyoruz. İdlib ve Suriye meselesinin Türkiye’nin yumuşak karnı haline geldiğini çok uzun süredir ifade ediyoruz. İşlerin bu boyutlara gelebileceği konusunda çeşitli defalar çeşitli basın toplantılarında sizlerle birlikte bir takım uyarıları yapmıştık. Bu konuda biz haklı çıktık demeyi hiç sevmiyoruz. Ama bu artan tansiyon ve kaos içinde şimdi her zamankinden daha fazla sağduyuya, birlik beraberliğe ihtiyacımız var. Askerlerimizin güvenliğini sağlayacak ve Suriye’den gelecek bir sığınmacı akınını engelleyecek tedbirleri bir an önce almalıyız. 

ELAZIĞ’DA SIKINTILAR BÜYÜK

Genel Başkanımız geçtiğimiz Cuma ve Cumartesi günlerinde, deprem bölgesine geçmiş olsun ve taziye ziyaretlerinde bulundu. Muhtarlarımızla, sivil toplum kuruluşlarıyla görüşmeler yaptı. Vatandaşlarımızın dertlerini ilk ağızdan dinledi. Depremin üzerinden 10 gün geçti. Depremde hayatını kaybeden 41 yurttaşımıza burada bir kez daha Allah’tan rahmet diliyoruz. Kayıplarımızın yakınlarına, sevenlerine başsağlığı dileklerimizi tekrarlıyoruz. Yaşanan depremin acılarını, bölgedeki kara kış, ne yazık ki bir kat daha artırıyor. Çadırlarda yaşayan yurttaşlarımız ciddi sıkıntı çekiyor. Özellikle Elazığ’da sıkıntılar çok büyük.

ÖNERGEYİ ONLAR GETİRSİN, BİZ DESTEKLERİZ

Hafta sonu Genel Başkanımız açıkladı. Elazığ’ın bir an önce afet bölgesi ilan edilmesi gerekiyor. Vatandaşlarımızın talebi de bu yönde. Parti olarak, bizim bu konuda, TBMM’ye verilmiş bir önergemiz var. Ama her ne hikmetse buna ilk tepki Sayın Bahçeli’den geldi. Aslında biz burada vatandaşlarımızın taleplerini dile getirmekten başka bir şey yapmıyoruz. Bu bizim kendi talebimizde değil. Ancak, iktidar partisinin kendisi veya ortağı TBMM’ye bir önerge getirirse de, biz bu önergeyi destekleriz. Bunda herhangi bir sorun görmeyiz. Yani karşı tarafı rahatlatacak, karşı tarafa prim verecek diye bir yaklaşımımız olmaz.

DEPREM MESELESİ PARTİLER ÜSTÜDÜR

Deprem milli bir meseledir. Deprem meselesine “partiler üstü” yaklaşmak zorundayız. Kuşkusuz milli meselelerin tartışılacağı, çözüm üretilip tedbir alınacağı ilk adres Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Geçtiğimiz hafta, partimizin depremle ilgili verdiği bir önerge, daha önce verilmiş diğer önergeler gibi AK Parti ve MHP oylarıyla reddedildi. İktidar ne Meclis’te, ne de başka bir yerde deprem tartışılsın istemiyor.

DEPREMDE NEDEN YOKSULLAR ÖLÜYOR

Oysa deprem, canını aldıklarının partisinin ne olduğunu sormuyor. Evini, barkını yıktıklarına CHP’li misin, AK Partili misin, MHP’li misin, İYİ Partili misin demiyor. Ama deprem bir şeyi yapıyor. Zenginle, yoksulu maalesef ayırıyor. 260 yıl önce, J.J. Rousseau bu konuyu fark etmiş ve “Depremlerde neden hep yoksullar ölüyor?” diye sormuş. Doğru ve haklı bir soru. Neden saraylarda, yalılarda, villalarda oturanlar depremden etkilenmiyor da, yoksullar depremlerden sağ çıkamıyor? Neden hep yoksulların evleri başlarına yıkılıyor? AK Parti ve MHP’ye gönül vermiş yurttaşlarımızın seçip TBMM’ye gönderdikleri vekiller, kimin talimatıyla depremi Meclis’te tartışmaktan kaçıyorlar?

MİLLET DEPREM VERGİLERİNİ SORUYOR

Vatandaşların, ödediği vergilerin hesabını iktidarlardan sorması demokrasilerin olmazsa olmazı, alamet-i farikasıdır. Biz de geçtiğimiz hafta iktidara “Deprem için 2004’ten bu yana topladığın 34 milyar doların ne kadarını Elâzığ ve Malatya için harcadın?” diye sorduk. Soru çok basit. Depreme hazırlık yapmak için bu illerin depremlerden asgari can kaybıyla çıkması için ne yaptın, ne harcadın? Bu soruyu neden soruyoruz? Çünkü bunu bu vergileri ödeyen milletimiz de merek ediyor. Millet ödediği vergilerin iktidar tarafından nasıl kullanıldığını bilmek istiyor. Tek adam parti devleti rejiminde, TBMM devre dışı, Sayıştay devre dışı ama millet tek adamın neler yaptığını bilmek istiyor.

SARAY ORTAYA BİR BAKKAL HESABI BİLE KOYAMADI

Biz de milletimiz adına sorduk. Sarayın kibirlisi, esti gürledi ama milletin önüne bir bakkal hesabı dahi koyamadı. “Topladığımız paranın 5 katını harcadık” deyip işi geçiştirmeye kalktı. Olur olmaz her şeye raporlar hazırlayıp, bu raporları saraylarda, lüks otellerde gösterişli toplantılar yaparak tanıtanlar şimdi depremde ne yaptıklarını, hangi hazırlıkları yaptıklarını anlatan bir raporu hazırlamaktan kaçıyorlar. Ne istemişiz? Depremde neler yaptınız diye bir rapor. Biz öyle gösterişli, şaşalı toplantılar falan hazırlansın istemiyoruz. İstediğimiz bir rapor. Peki neden bu raporu vermekten kaçıyorlar? Aslında iktidarın bundan kaçmasının, kızgınlığının arkasında iş bilmezliği ve suçluların telaşı var.

DEPREM BAĞIRA ÇAĞIRA GELDİ

Elazığ’ın fay hattında ve depreme en hassas bölgelerden birinde olduğu belli değil miydi? Belli. Buradaki fay hattında gerilimin biriktiği belli değil miydi? O da belliydi. Bilim adamları Elâzığ depremi için uyarılarda bulunmuş muydu? Evet bulunmuştu. Daha 2016 yılında önceki dönem milletvekilimiz Sayın Ali Özcan, Elazığ’ın depreme karşı en riskli illerden biri olduğunu gördü ve deprem için tedbir alınsın diye TBMM’yi göreve çağırdı. Peki bağıra çağıra gelen bu deprem için dört yıl önce neden tedbir almadık? Neden bu depreme karşı riskli olan bölgeler depremden önce kentsel dönüşüme tabi tutulmamış?

BASRA HARAP OLDUKTAN SONRA

Erdoğan şimdi çıkmış: “Bölgede kapsamlı bir kentsel dönüşüm çalışmasını başlatıyoruz” diyor. Arapların meşhur bir sözü vardır. “Bad-El Harab-Ül Basra” Yani “Basra harap olduktan sonra” bu lafların hiçbir anlamı yok. Sarayın kibirli adamının aklının başına gelmesi için, Elâzığ’ın, Malatya’nın harap olması ve 41 vatandaşımızın yaşamını yitirmesi mi gerekiyordu? Geçtiğimiz hafta söyledik. Deprem riskini yönetmek ayrıdır, depremden sonra kriz yönetmek ayrıdır. Bu yönetimin hem deprem riskini, hem de depremden sonra kriz yönetmekte çok ciddi sorunları var. Özellikle ilkinde sorunlarımız çok daha büyük.

RANT VE SÜKSE İÇİN DEĞİL, İNSAN HAYATI İÇİN

Deprem elbette doğal bir afet. Bizlere ve devleti yönetenlere düşen tedbir almak. Önce tedbir, sonra tevekkül. Bugün tedbiri almayan yarın “deprem Allah’tan” diyerek sorumluluktan kurtulamaz. Sükse ve rant için hazırlanan çılgın projelerle zaman ve para kaybetmeye artık takatimiz kalmamıştır. Kaybedilen yılların telafisi için elimizdeki her dakikayı, her kuruşu en etkin şekilde kullanmak zorundayız. Artık bu ülkede: Rant için, sükse için değil, insanlarımızın hayatı için araştırma geliştirme çalışmalarını yapalım. Teknoloji geliştirelim, malzeme üretelim, sağlam inşaatlar yapalım. Geçen hafta söylemiştim, bu hafta bir kez daha tekrarlıyorum. Bizim artık uçuk kaçık, çılgın projelere değil, aklı başında akıllı projelere ihtiyacımız var. Biz böyle akıllı, insani ve hayati bir projenin detaylarını ilerleyen günlerde kamuoyumuzla paylaşacağız.

KIZILAY DA KURUMLARDAKİ ÇÜRÜMEDEN NASİBİNİ ALDI

Ülkemizdeki tüm kurumların son 18 yılda nasıl çürütüldüğü, tek adam parti devleti rejimiyle beraber, daha iyi gözükmeye başladı. Bu çürümeden Kızılay’ın da nasibini aldığı anlaşılıyor. Bundan tam 152 yıl önce, cephedeki askerlerimizin yaralarını sarsın diye kurulan ve bizzat Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından adı verilen Kızılay’ın, bazı şirketlerin alengirli işlerini saklamak amacıyla paravan gibi kullanıldığı anlaşılıyor. Bu çok ama çok büyük bir skandaldır. Grup başkanvekillerimiz, yandaş şirketlerden, yandaş vakıflara para aktarılmasında Kızılay’ın paravan olarak kullanılıp kullanılmadığının ve bu yolla devletin vergi kaybına uğratılıp uğratılmadığının araştırılması için TBMM’ye bir önerge verdiler.

KIZILAY VERGİ KAÇIRMAYI “PEÇELEMEK” İÇİN Mİ KULLANILDI?

Yaşanan skandalda büyük tutarsızlıklar ve birçok izaha muhtaç husus var. Bu son olayda Kızılay sadece vergi kaçırmayı peçelemek için mi kullanıldı, yoksa başka şeyleri de peçelemek için mi kullanıldı? 2013’te özelleştirilen Başkent Doğalgaz Dağıtım Anonim Şirketi, 4 Şubat 2016 tarihinde statü değişikliğine giderek Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı oluvermiş. Bu neden önemli? Birincisi, Gayrimenkul Yatırım Ortaklığına dönüşmek oldukça zor. İkincisi Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı olduğunuz zaman bu faaliyetlerinden elde ettiğiniz kazançlar Kurumlar Vergisi Kanunu’nun 5-1-d maddesine göre vergiden istisna.

GAZ DAĞITAN VE BORU DÖŞEYEN ŞİRKET NASIL GYO OLDU?

Bu ortaklıkların bu faaliyetleriyle ilgili kazançları üzerinde vergi yükü yok. Şimdi anlamadığımız nokta şu, bu şirketin iştigal konusu gaz dağıtımı ve boru döşemek. Buna nasıl gayrimenkul yatırım ortaklığı statüsü veriliyor? Bu statü değişikliği nasıl yapılabildi, kimler yaptı bunu? Bu statü değişikliğiyle bu şirket önemli vergisel imtiyazlara nasıl kavuştu? Boru döşeyen bir şirkete Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı statüsünü vermek için mevzuatın bu kadar esnetilmesinin nedeni nedir? Bu statüyü aldıktan sonra bu şirketin 2017’de vergi matrahı gözükmüyor. Bu esnetme nedeniyle devletin vergi kaybı ne kadardır? Bu imtiyazlı şirket, Başkent Gaz, Kızılay’a 8 milyon dolarlık şartlı bir bağış yapıyor. Yaptığı bağışın 75 bin dolarını, şerefiye payı olarak, Kızılay’a sen kullan diyor. Geriye kalan 7 milyon 925 bin doları ise Ensar Vakfı’na “yurt yapmak için gönder” talimatı veriyor.

ŞİRKET BİLİYOR, SAHİBİ BİLMİYOR

Çelişkiler, tutarsızlıklarda değerli basın mensupları işte tam bu noktada başlıyor. Gazeteci ve yazar Sayın Muharrem Sarıkaya 8 milyon dolarlık bağışı yapan iş adamına soruyor: “Bu bağışın Türgev’in New York’taki yurduna gideceğini biliyor muydunuz?” İş adamının cevabı: “Hayır!” Ama iş adamının sahibi olduğu Başkent Gaz’ın kamuoyuna yaptığı açıklama iş adamını yalanlıyor.

Şirket açıklamasında: “ABD’ye eğitim için giden gençlerimiz için devletimizin himayesinde yapılması planlanan ve milletçe gururlanacağımız nitelikte bir yurt yapılması projesine katkıda bulunmayı milli bir görev addettik” diyor. Sonrasında da ekliyor; “Devletimizin himayesinde gerçekleştirilecek bir projeye devletin hayır kurumu aracılığı ile katkıda bulunulması tercih edilmiştir” diyor. Bağışı yapan şirket “Bu paranın ABD’deki yurda gideceğini biliyorum” diyor. Ama şirketin patronu her ne hikmetse ben bunun Amerika’daki yurda gideceğini bilmiyordum diyor.

“DEVLET HİMAYESİ” NEREDEN ÇIKTI?

Tabi şirketin ifadesindeki “devletimizin himayesindeki” ifadesi de oldukça manidar. Bu yurdu Kızılay mı yaptırıyor? Hayır. Bu yurdu Türkiye Cumhuriyeti mi yaptırıyor? Hayır. Bu yurdu kim yaptırıyor? Çocuk istismarlarıyla adı sıkça anılmış Ensar Vakfı ile Türgev’in kurduğu Türken Vakfı yaptırıyor. Ensar, Türgev veya Türken Vakfı bu bir devlet kurumumu? Hayır. Peki bu “devlet himayesi” lafı nereden çıkıyor? Herhalde Türgev Vakfının yönetiminden. Türgev kimin? Erdoğan ailesinin mensuplarının. Peki, Erdoğan ailesinin reisi dışında kimsenin resmi bir devlet görevi var mı? Hayır. Gazeteci haklı olarak bağış yapan iş adamına “Türgev’e zaten 31 ev almışsınız, neden doğrudan Türgev’e yardım yapmadınız?” diye soruyor. Şirket sahibi “Cevap vermeyi uygun görmüyorum, buna cevap vermeyeceğim” diyor.

BUNLARI SORACAK CUMHURİYET SAVCISI ARANIYOR

Bu şeffaf bir bağış işiyse Kızılay neden paravan olarak kullanılıyor? 8 milyon dolar, neden ilkin Kızılay’a, sonra Kızılay’dan Ensar Vakfına, Ensar Vakfından da Türken Vakfı’na gönderiliyor. Şirket neden doğrudan Türgev veya Türken Vakfı’na bağış yapmıyor? Bunları soracak bir Cumhuriyet Savcısı, bir vergi denetmeni yok mu bu memlekette?

YANDI, BİTTİ, KÜL OLDU

Bu arada, Partimizin Amerika Temsilciliği 2016 ve 2017 yıllarında Türken Vakfı’na yapılan yardımları ABD Hazine Bakanlığı’nın vergi biriminden kalem kalem almış. Oralarda, Amerika’da tabi hesap veren bir devlet var. İstediğiniz zaman bu bilgileri veriyorlar. Son olarak Türken Vakfı’nın 2017 Haziran ile 2018 Haziran arasındaki mali kayıtlarını da dün aldık. Bunların belgelerini sizlere toplantı başlamadan önce dağıttık. 2017’de Türken Vakfı’na 8 milyon dolar büyüklüğünde bir para transferi 2017 yılında gözükmüyor. Yani ABD Hazine Bakanlığı’nın bize vermiş olduğu bilgiler içinde bu yok. 2018 yılının Haziran ayına kadar da böyle bir para transferi Türken Vakfı’na yapılmamış. Ne kadar para transferi yapılmış bu dönemde size dağıttığımız belgede var. 1,5 milyon dolar. Manzaraya bakınca insanın aklına, sarayda oturan kibirli adamın çok da iyi bildiği şu meşhur tekerleme geliyor: Kara kedi nerede? Ağaca çıktı. Ağaç nerede? Balta kesti. Balta nerede? Suya düştü. Su nerede? İnek içti. İnek nerede? Dağa kaçtı. Dağ nerede? Yandı bitti kül oldu. Anlaşılan bu 8 milyon dolar da bir yerlerde yandı, bitti, kül oldu.

ŞEREFİYESİ DEĞİL ŞAİBESİ KALDI

Dünyanın en pahalı şehirlerinden birinde, dünyanın en lüks semtlerinden birinde, Manhattan’ın göbeğinde, adına yurt denilen bu gökdelen saray kime yapılıyor? Burada yoksa birilerinin, vakıfların, şunların bunların paraları mı aklanıp paklanıyor? Özelleştirmeden ucuza kapatılan ardından da olağandışı imtiyaz tanınan bir şirket, fakir fukaranın kullandığı doğal gaz fiyatlarında indirim yapmak yerine, milletin sırtına yüklediği yüksek gaz faturalarıyla elde ettiği kardan; Erdoğan ailesinin vakfına bir sürü dolambaçlı yoldan bağış yapıyor. Kızılay da bu işte paravan olarak kullanılıyor. Çok açık söyleyelim. Kızılay’ın ve devletin üzerinde bu bağış işinin şerefiyesi değil ama şaibesi kalmıştır. Bu pilav daha çok su kaldırır. Dediğim gibi bakalım cesaretli bir Cumhuriyet Savcısı veya bir denetmen bu skandalın üzerine gidebilecek midir? Bunu hep beraber göreceğiz.

SARAYIN ARPALIĞI

Tabi Kızılay denince skandallar bir değil, iki değil. Kızılay da pek çok kurum gibi, sarayın arpalığı olmuş. Kızılay Başkanı’nın oğlu genç Kızılay’a yönetici yapılmış.  Yetmemiş TRT World’de işe sokulmuş. Milletin evladı iş bulamadığı için yaşamına kıyarken, Kızılay Başkanı genç evladına çifter çifter işler bulmuş. Yetmemiş stratejist diyerek Suriyeliler ayda 30 bin lira maaşla Kızılay’da işe alınmış. Yine saray sosyetesinin akraba-i taallukatı da Kızılay’a doluşmuş. Ne demiş atalarımız: Hasan dağı arpalıktır, eğer saban yürürse… Her derede bir değirmen, eğer suyu gelirse… Her köylüden bir tavuk, eğer köylü verirse… Güzel gidiş bu gidiş, eğer sonu gelirse…

TÜİK RAKAMLARI İLE GERÇEKLER ARASINDAKİ MAKAS AÇILIYOR

Damadın arkadaşının başında olduğu TÜİK’in makyajlı rakamlarıyla ekonominin gerçekleri arasındaki makas giderek açılıyor. Bugün 2020’nin ilk enflasyon rakamı açıklandı. Milletin geçmediği tünele yüzde 56 zam yapılırken, doğalgaz, elektrik faturaları cep yakarken, makyajlı Ocak enflasyonu yüzde 1,35. Her türlü makyaja rağmen 12 aylık enflasyon yüzde 12,15 ile çift hanelerdeki seyrini, çift hanelerde kalma ısrarını sürdürüyor.

ENFLASYON LİGİNDE RAKİPLERİMİZ: NİJERYA, RUANDA, ZAMBİYA

Türkiye, dünya enflasyon liginde, en yüksek enflasyona sahip 14. ekonomi. Enflasyon liginde beraber olduğumuz ülkeler arasında; Nijerya, Ruanda, Zambiya’da var. Milletin mutfağındaki yangın her gün biraz daha büyüyor. TÜİK’in makyajlı rakamlarıyla, son bir ayda, patlıcanın fiyatı yüzde 81, çarliston biberin fiyatı yüzde 40, dolmalık biberin fiyatı yüzde 38, domatesin fiyatı yüzde 37 artmış. Kış aylarındayız ve mandalinanın da yanına yaklaşılamıyor. Mandalinanın fiyatı Ocak’ta yüzde 32 artmış. Dediğim gibi bunlar TÜİK’in makyajlı rakamları. Hal’de patlıcanın kilosu 9 lira 25 kuruş, TÜİK’in marketinde 6 lira 84 kuruş. Çarlistonun kilosu halde 8 lira, TÜİK’in marketinde 5 lira 85 kuruş. Hep diyoruz, hep söylüyoruz TÜİK bu fiyatları nereden topluyorsa, hangi marketlerden alıyorsa bir açıklasın da millette gitsin şu kış günlerinde ucuza sebze meyve yesin. Bu arada milletimizin en çok kullandığı ürünlerin: Gıdanın, giyim-ayakkabının ve ulaştırmanın tüketim sepeti ve enflasyon sepeti içindeki ağırlığı düşürülmüş. Ne artmış? Alkollü içecekler. Anlaşılan millet dertlerinin çokluğundan, derdinden kendisini alkole vermiş.

MIZRAK ÇUVALA SIĞMIYOR

Artık mızrak çuvala sığmıyor. Gerçekler saklanamıyor. Türkiye daha önce hiç görmediğimiz şiddette bir ekonomik krizi yaşıyor. Bunu sadece bizler söylemiyoruz. Perakende sektöründe 54 yıldır faaliyet gösteren bir iş adamımız, Abdullah Kiğılı: “Bu zamana kadar görüp, görebileceğimiz bana göre en büyük krizi yaşıyoruz. Bundan daha büyük kriz görmedik” diyor. Saray ise ülkenin ve ekonominin gerçeklerinden tamamen kopmuş şahlanıyoruz diyor. Hangisi doğru? 2019’da yükselişe geçtik, 2020’de şahlanıyoruz diyorlar; ama yabancı yatırımcılar birer birer ülkeden çekip, gidiyorlar. İtalyan Uni Credit’ten sonra dünyanın büyük finansal kuruluşlarından olan HSBC’nin de Türkiye’den çıkmaya hazırlandığı söyleniyor. Haberde gerekçede yer alıyor.  Türkiye ekonomisindeki sert dalgalanmalar ve ülkede artan belirsizlik…

HAVADAN BİLE VERGİ ALACAKLAR

Şahlanacağız dedikleri 2020’de de ellerini TCMB’nin kasasından çekemiyorlar. Bu yılın ilk ayında 40 milyar lira tutarında kaynağı TCMB’den Hazine’ye aktardılar, parayı da hızla harcandılar. Yetmedi. Ocak ayındaki 15 milyar dedikleri borçlanma limitini de aştılar. 22 milyar liraya yakın iç borçlanma yaptılar. Ama her nasılsa bu kadar borçlanmaya, bu kadar Merkez Bankasından gelen paralara rağmen Milli Eğitim Bakanlığı ödenek yokluğundan öğrencilere burs paralarını veremedi. Milletin feryadına kulak tıkayanlar, ekonomi 2020’de şahlanacak deyip “yol ve trafik payı” adı altında yeni bir vergiyi de getirmeye hazırlanıyorlar. Herhalde yakında vatandaşın yürüdüğü kaldırımdan, soluduğu havadan bile vergi alacaklar.

KAYNAK: Hasan GİRGİN

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.