• HABERLER
  • SERVİS 1
  • SERVİS 3
  • FİNANSİF
  • İNTERAKTİF
  • HESAP
  • DİĞER

CHP’Lİ ÖZTRAK: SÜREÇ UZADIKÇA FATURA KABARIYOR

ABONE OL
12 Nisan 2020 23:58
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Türkiye’nin Korona Virüsü’nün ağırlaştırdığı krizden çıkmak için hem içeriye hem de dışarıya güven veren, yeni bir hikaye anlatan, dört başı mamur bir programa ihtiyacı olduğunu kaydeden Öztrak, iktidara “Tüm ekonomik ve sosyal aktörlerin aklına ve rızasına başvurarak, ciddi ve ufuk veren bir programı hazırlayın. Krizin yükünün adil dağıldığı konusunda, sosyal uzlaşmayı sağlayın” çağrısında bulundu.

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün CHP Genel Merkezi’nde düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:

Yakın geçmişte gördüğü en büyük küresel salgınla karşı karşıyayız. Türkiye’de de salgın nedeniyle yaşamını kaybeden yurttaşlarımızın sayısı 908’e ulaştı. Hayatını yitirenler arasında doktorlarımız, sağlıkçılarımız da var. Bu kriz öncelikle bir sağlık krizi… Salgınla ön cephede, hastanelerde, acil servislerde ve diğer sağlık birimlerinde mücadele eden sağlık çalışanlarımızın sağlıklarını korumak, salgının üstesinden gelmekte çok büyük önem taşıyor.  Kaybettiğimiz tüm yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyoruz. Ailelerine, sevenlerine baş sağlığı diliyoruz. Tüm yurttaşlarımızdan Bilim Kurulunun aldığı önlemlere uymalarını, bu süreci kendilerinin ve yakınlarının sağlıklarını koruyarak atlatmalarını bekliyoruz.

SALGIN TÜRKİYE’DE HIZLI YAYILIYOR

Salgın ülkemizde hızla yayılıyor. Bunun farklı nedenleri var: Korona Virüsü’nün Avrupa’dan ülkemize girişinin engellenememesi, İran başta olmak üzere sınırlarımızda kontrolsüz göçün devam etmesi, umreden dönen yurttaşlarımız için gerekli tedbirlerin zamanında alınamaması, hastalığın pek çok şehrimize taşınmasına neden oldu. Salgının yoğunlaştığı şehirlerimizde, zorunlu karantina uygulamalarından kaçınılması da hastalığın yayılmasına yol açtı. Ülkemizde ilk teşhisin konmasından bu yana 31 gün geçti. Toplam 42 bin 282 yurttaşımız hastalığa yakalandı. Bu, aynı sürede gözlenen hasta sayısı itibariyle; Almanya’dakinin yaklaşık 6 katı, İspanya’dakinin 4 katı, İtalya’dakinin ise 1,5 katı. Salgının Türkiye’deki yayılım hızı dünyanın da dikkatini çekiyor. Türkiye, tüm dünyada, en çok hastalık görülen dokuzuncu ülke…

MERKEZ ÜSSÜ İSTANBUL

Ülkemizde hastalığın merkez üssü İstanbul. Sağlık Bakanı İstanbul’da hastalığa yakalanan bir kişinin bunu 16 kişiye bulaştırdığını söyledi. Büyükşehirlerimize giriş-çıkışların sınırlanması doğru. Ancak yeterli değil. Büyükşehir Belediye Başkanımız, İstanbul’da virüs yoğunluğunun en fazla olduğu üç ilçeyi açıkladı. Bunlar Bağcılar, Esenler ve Bayrampaşa… Bu elbette tesadüf değil. Bu ilçelerimizde hem nüfus yoğunluğu yüksek, hem de ekonomik olarak çalışmak zorunda oldukları için evde kalamayan yurttaşlarımız çoğunlukta. Ülkeyi yönetenler, gelir haritası ile salgın haritasını üst üste koyup bir bakıversinler. Arada çok yüksek bir korelasyon olduğunu, bir bağlantı olduğunu görecekler. “Evde Kal Türkiye” diye slogan atarak salgını kontrol altına alınamıyorsak, nedenleri işte bu ilişkileri, bu eksiklikleri dikkate almamaktan kaynaklanıyor.

YARIM YAMALAK ÖNLEMLERLE MÜCADELE EDİLEMEZ

İnsanlarımızı sağlığı ile ekmeği arasında tercih yapmaya zorlayan, bir yaklaşımla salgının önüne geçilemez. Yarım yamalak önlem alarak salgınla mücadele edilemez. Çalışma çağındaki nüfusumuz enfekte olmuş durumda. Sağlık Bakanı hastalığın en çok 20-65 yaş grubunda görüldüğünü açıkladı. Tablo gayet net… Şimdi 65 yaş üzeri ve 20 yaş altı nüfusu evde tutuyoruz. Bu tedbir doğru mu? Doğru ancak yeterli değil. 20-65 yaş arası çalışan insanlarımız akşam olduğunda nereye geri dönüyorlar? Evlerine, yani evden çıkmayan 20 yaş altı ve 65 yaş üzeri aile bireylerinin yanına. Çalışırken veya yoldayken bir virüs kapsalar, bu virüsü evlerine kadar taşıyorlar. Hastalık tüm aile bireylerine de bulaşabiliyor. Böylece evden çıkmayan insanlarımızın yaptığı fedakârlıklarda boşa gidiyor. Biz bunun için ısrarla; “İstanbul başta olmak üzere riskli şehirlerde zorunlu karantina ve izolasyon uygulayın”, “Evde oturan yurttaşlarımızın ekonomik sıkıntıya düşmelerini engelleyecek önlemleri de bununla birlikte alın” diyoruz.

SÜREÇ UZADIKÇA FATURA AĞIRLAŞIYOR

Taksit taksit alınan tedbirler, sürecin uzamasına neden oluyor. Salgında süreç ne kadar uzarsa bunun ekonomik ve sosyal faturası da o kadar büyük oluyor. Ama iktidar ne pahasına olursa olsun üretim sürsün, fabrikalar çalışsın beklentisinde.  Elbette hiçbirimiz üretimin durmasını istemiyoruz. Ama salgın hem talebi hem de tedarik zincirlerini vurmuş vaziyette. Büyükşehirlerimizde fabrikaların yarısından fazlasının cirosu yarı yarıya düşmüş. Sağlık tarafı sürüncemede kaldıkça bu iş daha da uzuyor. İktidar bu gerçeği artık görmelidir.

İNSANLARIMIZIN SAĞLIĞI VE ÜLKEMİZİN ÜRETİM POTANSİYELİ ÜZERİNE KUMAR

Saray işlerin hızla toparlanacağı varsayımıyla hareket ediyor ve salgının birkaç ayda sonlanacağı umuyor. Buradan çok açıkça söylüyorum. Bu, beklentiyle hareket etmek insanlarımızın sağlığı ve ülkemizin üretim potansiyeli üzerinden kumar oynamaktır. Bugün dünya Covid-19 salgınının üç ay, altı ay, bir yıl hatta daha uzun süreceği varsayımlarına göre senaryolara çalışıyor. Buna göre tedbirler geliştiriyor. Biz merak ediyoruz. Bizim ekonomi yönetimimiz bu tür alternatif senaryolar üzerinde çalışıyor mu? Hiç sanmıyoruz. Bir hayalin peşine takılmışlar gidiyorlar.

SARAYDA NE YİYİP NE İÇİYORLAR…

Saray ahalisi milletin halini görmüyor, sesini duymuyor. Ekonomiden Sorumlu Bakan tweet atıp, klip paylaşmaktan başka hiçbir şey yapmıyor. Kayınpederinin sesini de mesajlarının arkasına fon olarak koymayı unutmuyor. Bir de bu yıl hala “yüzde 5 büyüyeceğiz” diyerek işi ne kadar hafife aldığını dünya aleme gösteriyor. Kayınpeder de ondan geri kalmıyor. “Salgın nedeniyle, 2023 hedefleri önündeki engellerin kendiliğinden kalktığını” söylüyor. Soruyorum; “Allah aşkına sarayda size ne yiyip içiriyorlar?” Bu nasıl bir ruh halidir. Erdoğan’ın yerinde olsak bu cümleyi yazıp getiren danışmanı bir dakika dahi görevde tutmayız. Bu milletle açıktan alay etmektir. Tekrar uyarıyoruz: Bu dönem gayrı ciddiliği ve süfliliği kaldırmıyor. Müflis bezirgan yaklaşımıyla oynanan her kumar kaybedilir. İktidar artık krizin arkasından değil, önünden koşmalıdır.

TÜRKİYE İLE İLGİLİ TAHMİNLER AŞAĞI ÇEKİLİYOR

Kısa dönemde toparlanma pek de mümkün görünmüyor. Saray ahalisi konuşa dursun, pek çok kuruluş Türkiye’nin 2020 büyüme tahminlerini sıfırın altına çekmeye başladı. Türkiye hakkında her zaman iyimser tahminler yapan dünya bankası bile, bu yıl için büyüme tahminini yüzde 3’den yüzde 0,5’e çekti. Hem iç hem de dış talebin beraberce çöktüğü, tedarik zincirinde kırılmaların olduğu bir dönemde yaşadığımızı söylemiştim. Bugün emekçilerimizin sağlığı riske atılarak çalıştırılan fabrikaların çoğu aslında stoka çalışıyor. Ciroları yarı yarıya düşen işletmeler üretimi daha ne kadar sürdürebilecekler?

AVRUPA KURTULDUĞUNDA BİZ YAYA KALIRSAK…

Kaldı ki dışarısı toparlanmaya başlasa bile, bunun dış ticarete yansımalarının da kademeli olacağı anlaşılıyor. En büyük ticaret ortağımız Avrupa’nın geliştirmekte olduğu sağlık protokollerine bakın, bu protokoller hastalığı en kısa sürede yenen ülkelerin, uluslararası ticarette de en avantajlı duruma geçeceklerini gösteriyor. Ekonomi yönetimi acaba dünyadaki bu gelişmeleri görüyor mu? Avrupa salgından kurtulduğunda, eğer biz hala salgınla mücadele etmek zorunda kalırsak, korkarım elimizdeki pazarları da kaybedeceğiz.

BUNUN NE İNSANİ NE EKONOMİK MANTIĞI VAR

Bu nedenle, “ne pahasına olursa olsun fabrikalar çalışsın” demenin, ne insani, ne de ekonomik bir mantığı var. Ne yapıp edip, bu salgının uzamasını önlemek durumundayız. Gelin İstanbul başta olmak üzere, salgının hızla yayıldığı kritik sanayi ve ticaret şehirlerimizde, Bilim Kurulu’nun görüşlerine uyun. Genel bir karantina ve izolasyon uygulayın. Salgına kesin bir darbe vurun. Faaliyeti zorunlu, stratejik mal ve hizmet üreten sektörlerimiz, gerekli sağlık protokollerini uygulayarak üretimlerini sürdürsünler. Ama bunların dışında kalan zaten mallarını satamayan sektörlerimizi ve bu sektörlerde çalışan emekçilerimizi, salgına teslim etmeyin, salgının uzamasını önleyin. İnsanlarımızın; hem sağlığını, hem işini, hem gelirini, hem de ülkenin üretim potansiyelini koruyacak tedbirleri ortak akılla, herkese danışarak alın.

DÖRT BAŞI MAMUR BİR PROGRAM GEREKİYOR

Aslında bunların hepsi bütün bu önlemler iç içe geçmiş durumda. Bugün hem içeriye hem de dışarıya güven veren, yeni bir hikaye anlatan, dört başı mamur bir programı hazırlamamız gerekiyor. Sürekli tekrarlıyoruz. Tüm ekonomik ve sosyal aktörlerin aklına ve rızasına başvurarak, ciddi ve ufuk veren bir programı hazırlayın. Krizin yükünün adil dağıldığı konusunda, sosyal uzlaşmayı sağlayın. Dış dünyayla teması kesmeyin.

İKTİDAR GÜVEN VERMİYOR

İktidar güven uyandırmıyor. Bunu nereden çıkardın diyeceksiniz. Bakın dün IMF Başkanı “Türkiye dâhil tüm üye ülkelerle görüşüyoruz” dedi diye, döviz kurlarına bir baktık bir gevşeme, risk primlerinde de bir düşüş gerçekleşti. Bunun nedeni ne? Bu yönetime duyulan güvensizliğin aslında göstergesi. Ekonominin dümenin IMF’nin eline verileceği izlenimini veren bir görüşme piyasalarda bir toparlanmaya neden oluyorsa, iktidarın güvenilirlik konusunda çok ciddi bir açığı var demektir. Bunun arkasında çok açık söyleyeyim kamudaki liyakatsizlik, hukuk devletinin zaafa uğratılması, dış politikada yaşanan zafiyetler, tek adam rejimine geçiş sürecinin ve gerçek ötesi popülist siyasetin yarattığı tahribat var.

KRİZİN BAŞINDAN BERİ YAPICIYIZ

Atalarımız “akıl akıldan üstündür” demiş. İktidarın atalarımızın sözünü tutması, içeriyle uzlaşı, dışarıyla diyalog mekanizmalarını işletmesi gerekiyor. Biz bu krizin başından beri yapıcı olmaya çalıştık, yapıcı olduk. İlk günden, dünya tarihinin en ciddi krizlerinden biriyle karşı karşıya olduğumuzu gördük ve böyle bir krizde “birleştirici bir tavır sergilemek gerekir” diye düşündük. Genel Başkanımızın ilk günden verdiği talimatlar doğrultusunda, Genel Merkezimiz, meclis grubumuz, belediyelerimiz ve örgütlerimiz bu mücadelede gövdelerini taşın altına koydu. Sorunların peşine takılmak değil, önünden gitmek gerekiyor. İktidar önce salgınla mücadelede maskeyi zorunlu tuttu. Sonra da maskeleri vatandaşa satmaya kalktı. Ama bizim belediyelerimiz de “biz bedava dağıtıyoruz” deyince, akılları başlarına geliverdi. Bizde maskeleri ücretsiz dağıtacağız dediler ama önce maskelerin dağıtımını e-devlet üzerinden karneye bağladılar, sonra da eczaneler üzerinden maske dağıtılacağını açıkladılar… Bu da bir gelişmedir… İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız, Atatürk Havalimanı’nın salgınla mücadele hastanesine dönüştürülmesini önerdi. Önce kulaklarının üzerine yattılar, 10 gün sonra “Atatürk Havalimanı’nı hastane yapıyoruz” dediler. Orada bir bina var. Altyapısı, havalandırması hemen hızla hastaneye dönüştürülmeye müsait bir yapı var, yapılar manzumesi var. Bunları bir yana bıraktılar sırf inattan havaalanının hemen karşısındaki, Başkanın sakıncalı dediği arsaya hastane yapmaya kalktılar. Şimdi duyuyoruz onun da yerini değiştiriyorlarmış… Bir karar verin. Yine en yüksek risk grubunda bulunan, 65 yaş üzeri vatandaşlarımızın sokağa çıkmasına sınır getirilmesi fikrinin, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanımıza ait olduğu ortaya çıktı. Ve nerede ortaya çıktı? Belediye başkanlarımız arasındaki bir mesaj grubunda. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanımız bunu önermiş. Bir mesaj grubu dahi ortak aklın üretilmesinde ne kadar yararlı olabiliyor.

İKTİDAR TEDBİRDE GECİKİYOR

İktidar tedbirleri gecikmeli alıyor, kimseye bir şey sormadan alıyor. Halbuki biz, bu süreçte derhal 40 bin sağlıkçı ataması yapılması gerektiğini, konaklama ihtiyaçlarının karşılanması gerektiğini daha baştan ifade ettik. Bu konularda kısmen de olsa adımlar ancak biz söyledikten sonra atılabildi. Sağlık çalışanlarına bu süreçte her ay bir maaş ikramiye verin dedik, iktidar ek ödemelerin tavandan yapılması gibi yetersiz ve belli sağlık sektörünün belli kesimlerini dışarıda bırakan, özellikle işçileri dışarıda bırakan bir düzenleme yaptı. Turizm sektöründe konaklama vergisi ve turizm tanıtma fonu kesintisinin kaldırılmasını istedik, sadece konaklama vergisini önce 3 ay için ertelediler, şimdi de yıl sonuna kadar ertelediler. Kredi kartı ve tüketici kredisi borçlarının 3 ay ertelenmesi gerekir dedik, yaptılar ama faizle ertelediler. Fatura ödeyemediği için kimsenin elektriği, suyu, doğalgazı kesilmesin dedik, belediyelerimizin bir kısmı da fatura ödenmemesi nedeniyle kimsenin suyunu kesmeyeceklerini açıkladılar. Bakanlık onlardan sonra belediyelerin fatura nedeniyle suları kesmemesi gerektiğini açıkladı ama elektrik ve doğalgaz için herhangi bir adım atılmadı. Salgınla mücadelede özel hastanelerden yararlanılması, beyanname verme ve ödeme sürelerinin uzatılması, süreçte ihtiyaç olan kritik malzemelerin ihracının gerektiğinde kısıtlanması, çalışanların izin şartlarının ve kısa çalışma ödeneğinin hak ediş şartlarının kolaylaştırılması gibi birçok önerimiz, gecikerek hayata geçirildi.  İktidar, salgının yayılmasını önlemek için alınacak tedbirlerde buradan açıkça ifade ediyorum geride kalıyor. Oysa böyle bir salgın söz konusuysa, bırakın bir hafta on günü, bazen tek bir saat bile kritik bir zaman olarak ortaya çıkıyor.

MİLLETİN CUMHURBAŞKANI DEĞİL, PARTİSİNİN GENEL BAŞKANI

Erdoğan, milletin Cumhurbaşkanı değil, partisinin Genel Başkanı olarak davranıyor. Bunu tercih ediyor. Saray, belediye başkanlarımızın önünü kesmek için elinden geleni ardına koymuyor. Belediye başkanlarıyla toplantı yapıyor, muhalefet partilerine mensup belediye başkanlarını bu toplantıya çağırmıyor. Belediyelerimizin şu zor günlerinde milletimize yardım etmek için düzenlediği bağış kampanyalarını yasaklıyor. Kendi bağış kampanyaları için kamu kuruluşlarından, meslek örgütlerinden para topluyor. Ama bu kadar da değil… Türkiye İhracatçılar Meclisi mesela… Kampanyaya 15 milyon TL bağışta bulunuyor. Aradan daha on gün geçmeden, “salgın nedeniyle çalışmaları süren lojistik merkezini askıya aldığı” haberleri geliyor. Burada çalıştırılan 13 işçinin işine son veriyor. Bir yandan üyelerinden kestikleri aidattan 15 milyon TL bağışlayacak kadar zenginler. Ama diğer tarafta 13 işçiyi ekmeğinden edecek kadar da zor durumdalar.

Bir başka örnek… Sarayın “beş kuruş para vermeden” yaptırdığını söylediği Osmangazi ve Yavuz Sultan Selim köprüleri için; 2019’a ait araç geçiş garantileri kapsamında, bu ay 2 milyar 720 milyon TL ödenmesi gerekiyor. Bu ödeme yapıldı mı, yapılmadı mı? Yine Dolar cinsinden geçiş garantilerini TL’ye çevir demiştik. Bu geçiş garantileri TL’ye çevrilecek mi çevrilmeyecek mi?

SARAY BAĞIŞI TEKELİNE ALDI

Saray bağışları tekeline aldı demiştim. Belediyelerimizin fakir fukaraya yemek dağıttığı, aş evlerine yapılan bağışları bile bloke etmiş durumda. Ki bu bağışlar senelerdir devam ediyordu. Milletin bu aş evlerinde içtiği bir tas sıcak çorbayı bile milletimize çok gördüler. Bu kriz şu gerçeği ortaya çıkardı: Türkiye’nin milli birlik ve dayanışmayı sağlayacak makamlara, mekanizmalara ihtiyacı var. Tüm Türkiye’yi kucaklayan bir cumhurbaşkanlığı makamının eksikliği, bu krizde çok daha fazla hissedildi. Küresel bir salgın varken bile, partili cumhurbaşkanı, tüm milleti kucaklamıyor. Hala daha partisinin seçim kaybetmesini içine sindiremiyor. Mızıkçılık yapmaya devam ediyor. Olağanüstü bir zamanda bile parti rozeti, ülkemizin ay yıldızlı bayrağının önüne geçiyor.

KRİZ DÖNEMİNDE DAHA ÇOK İLETİŞİME İHTİYAÇ VAR

Biz ise toplumun her kesimiyle sürekli iletişim içindeyiz. Bu topraklarda dayanışma kültürü var. Zor günde birbirimize omuz verme zamanıdır. Bakın bizim Genel Başkanımız hemen her gün, partili-partisiz ayırmadan farklı toplum kesimleriyle telekonferans aracılığıyla görüşüyor. Bir gün işçi sendikalarıyla, bir başka gün memur sendikalarıyla, yine bir başka gün organize sanayi bölgesi başkanlarıyla, gençlerle… Her kesimin dertlerini ve sorunlarını dinliyor. Çünkü kriz dönemleri diyaloğun artması gereken, insanların dertlerinin dinlenmesi gereken dinamik süreçlerdir. Böyle dönemlerde, değişen koşullara göre farklı tedbirler geliştirmek gerekir. Biz bunun için “Ekonomik ve Sosyal Konseyi düzenli olarak toplayın” deyip, duruyoruz. Hadi Ekonomik ve Sosyal Konseyi toplamadınız. Alınan tedbirlerin etkinliğini arttırabilmek, etkinliğini ölçebilmek için ekonomi yönetimi bir istişare mekanizması dahi oluşturmamış bunu görüyoruz. Böyle bir istişare mekanizması olsaydı, iş dünyasıyla bankalar arasında artan gerilim bugün kamuoyuna taşınmazdı. Birbirlerine beyanat veriyorlar. İş âlemi için bir takım imkânlar tanındı. Ama firmalar öyle gözüküyor ki bu imkânlara erişemiyorlar ya da çok sınırlı olarak erişebiliyorlar… Kredi Garanti Fonu’nun kefalet kapasitesi iki katına çıkarıldı tamam. Ama şirketlerin sadece yüzde 8’i şuana kadar açıklanan paketlerden kredi kullanabilmiş. Demek ki verilen hazine kefaletine rağmen kredi kanallarında bir tıkanıklık var. Bunu aşmak için tarafların aynı masa etrafında toplanması gerekiyor. Yine kısa çalışma ödeneğinde, faaliyetlerini durduran veya yavaşlatan firmalarda çalışan emekçilerimize 3 ay maaş desteği verilmesi kararlaştırılıyor. Buna benzer bir öneriyi bizde getirdik. İktidar uyguladı bundan da mutluluk duyduk. Ancak kısa çalışma ödeneğinden yararlanmada, bürokratik işlemlerin daha da gevşetilmesi gerekiyor. Gecikerek alınan tedbir hiçbir derde deva olmuyor.

ÜCRETSİZ İZİN DÜZENLEMESİ EMEKÇİYİ AÇLIĞA MAHKUM EDER

Yine bir başka örnek… Tüm sendikalar bu kriz süresince 3 ay boyunca işten çıkarmanın yasaklanmasını istedi. Bunu biz de destekledik. Makul bir talep mi? Makul bir talep… Biz de iktidara sendikalarla beraber ortak bir çağrıda bulunduk. Saray bunu bir torba yasaya koyarak TBMM’ye getirdi. Ama gelen düzenleme, iş gücü piyasasında huzursuzluğu artıracak bir düzenleme. Şimdi getirilen ücretsiz izin emekçiyi açlığa mahkum edecek bir düzenleme. Bizim mevzuatımızda tek taraflı “ücretsiz izne çıkarma” diye bir uygulama yok. Bu düzenlemeyle tek taraflı ücretsiz izin mevzuata girdi. Ücretsiz izne, işveren işçiye sormadan çıkarabilecek. Bunlara da İşsizlik Sigortası Fonu’ndan aylık 1.177 lira gibi komik bir tutar ödenecek. Bu ödenen komik para, işçinin ileride kullanacağı işsizlik ödeneğinden mahsup edilecek. İşçi aylık 1.177 lira ile bu dönemde, bu zor dönemde nasıl geçinecek? Kira mı ödeyecek, ne yiyecek, ne içecek?

İŞTEN ÇIKARMA YASAĞI, İŞÇİNİN HAKLARINI GARANTİYE ALACAK ŞEKİLDE UYGULANMALI

İşten çıkarma yasağı işçinin ücret dâhil tüm haklarını garanti altına alacak şekilde ve çalıştıranla devlet arasında yükünün paylaştırılabileceği bir biçimde kısa çalışma müessesi esas alınarak yeniden düzenlenmelidir. Bunları bugün neden tartışmak zorunda kalıyoruz. Çünkü işçi ve işveren temsilcilerini bir masa etrafında toplayacak bir mekanizma yok her şeyden önce. Böyle bir mekanizma olsaydı, bu yasa bu halde çıkmazdı. İkincisi, Türkiye’de bu devletin sosyal desteklerini derli, toplu bir çerçeve içine oturtan Aile Yardımları Sigortası yok. Bütün dünyada birçok ülkede bu var. Bunun üzerinden bütün bu düzenlemeler yapılabiliyor ama bizde yok. Şunu söyleyeyim, iktidar ortak akıl aramak yerine, kervan yolda dizilir anlayışıyla hareket ediyor. Karşılaştığımız tablo da maalesef bu karmaşa oluyor.

İNFAZ DÜZENLEMESİ ADİL, HUKUKİ VE İNSANİ DEĞİL

Ortak aklın aranmaması nedeniyle ülkemizin ufkunu karartacak diğer bir düzenleme ise TBMM’de görüşülmekte olan infaz paketidir. Bu paket adil değildir, hukuki değildir, insani hiç değildir. Cumhur ittifakı, muhalefetin ve saygın hukukçuların hiçbir önerisini dikkate almadan, sayısal çoğunluğuna dayanarak bu düzenlemeyi çıkarmaya çalışmaktadır. Bu haliyle yapılan, toplum vicdanında çok derin yaralar açacak bir affa dönüşmüştür. Örneğin rüşvet yiyen de rüşvetin haberini yapan da 6 yıl ceza alıyor. Ama bu düzenlemeyle rüşvet yiyen hemen hapisten çıkıyor, rüşvetin haberini yapan gazeteci ise 3 yıl 6 ay daha hapiste kalmak zorunda. Bu, hangi vicdana sığar.

ERDOĞAN KENDİNİ İNKAR EDİYOR

Erdoğan bu düzenlemeyle kendini de inkâr ediyor. Çünkü 2018’de daha ne demişti? “Eğer bir suç devlete karşı işlenmişse devlet af düşünebilir, ancak bir suç şahıslara karşı işlenmişse devletin o suçu affetme yetkisi yoktur” diyordu. Peki, bu olmayan yetkiyi bugün kendilerinde nasıl görüyorlar? Evi soyulan emekçinin, yüzü kezzapla yakılan kızcağızın, kefen parası dolandırılan yaşlıların rızasını almadan, bu suçları işleyenleri nasıl affedeceksiniz? Bu insanların bedduasının altından nasıl kalkacaksınız? Devletin görevi mağdurların mağduriyetini artırmak değildir.

KORONA KİMSEYİ AYIRMIYOR

Hukukta ölçülü olmak temel ilkedir. Korona salgını, “Erdoğan muhalifi” veya “Erdoğan sever” diye adres sormuyor. Şimdi salgın var diye bir infaz indirimi yapıyorsunuz. Evet bu infaz indiriminde bir affa dönüşmemesi ölçülü ve adaletli olması gerekir. Muhalifleri, gazetecileri, fikir insanlarını içeride tutuyorsunuz; hırlıyı hırsızı serbest bırakıyorsunuz. Bunun adı ne? Bunun adı açık söyleyeyim siyasi fırsatçılıktır. “Korona salgını nedeniyle hapishaneleri boşaltalım” deyip, boşalan yerlere saray muhaliflerini doldurmaya çalışıyorsunuz.

CUMHURBAŞKANI SÜTRE GERİSİNDEN ATEŞ EDİYOR

Cumhurbaşkanı sütre gerisinden ateş ediyor. Cumhurbaşkanı tarafsızlık yemini etti. Sonra da partisinin Genel Başkanı oldu. Diğer siyasi partilere ve liderlerine ağzına geleni söylüyor. Onun söyledikleri siyasi eleştiri kabul ediliyor. Ama Genel Başkanımız veya partimizin bir yetkilisi kendisine aynı üslupta cevap verirse Cumhurbaşkanına hakaret oluyor. Şimdi bu düzenlemeyle bunu yapanın eğer dokunulmazlığı yoksa, normal vatandaşsa, sıradan vatandaşsa ona artık eskisi gibi denetimli serbestlik uygulanmayacak, hapse girecek.

KRİZİ FIRSAT GÖREN OTOKRATLAR

Açıkça ifade edelim; bu, dünyada korona krizini daha da otoriter bir rejim kurmak için fırsat gören otokratlar var. Bu yaklaşım tam da bunların yaklaşımıdır. Bu düzenlemeyle; devlete, hukuka ve adalete duyulan güven daha da dip yapar. Otokrasi daha da güçlenir. Ülkemizde, çok açık söyleyeyim tuz kokar.

Sözlerimi tamamlarken iktidarı bir kez daha uyarmak istiyorum. Daha fazla geç kalmayın salgının ve ülkemizde yaşanmakta olan ekonomik krizin ciddiyetini artık idrak edin. Ekonomiyi ve istihdamı teşvik edecek, iş yerlerini, işi ve geliri destekleyecek, işçiyi işinin başında tutacak, sosyal diyaloğa ve dayanışmaya dayanan, teknik alt yapısı kuvvetli, ileriye yönelik ufuk veren, ardında güçlü finansman imkânları olan, parasal ve mali sürdürülebilirliği garanti edecek çıkış stratejilerini içeren, ciddi bir ekonomik programı artık milletin önüne koyun koyabiliyorsanız. Korona salgınında siyasi fırsatçılık yapmaya kalkmayın. “Her şeyi şahsım yapacak” deme kibrinden artık vazgeçin. Unutmayın bugün belki sorumluluktan kaçabilirsiniz. Ancak yarın sorumluluktan kaçmanın sonuçlarından kaçamazsınız.

Sağlık personelimiz ile evlerimize posta taşıyanlar, kuryeler başta olmak üzere, ulaştırma sektörü çalışanlarına, bakkallarımıza ve süper market çalışanlarımıza, evlerimizde ve sokaklarımızda güvenliğimizi sağlayan polislerimize, jandarmalarımıza, bekçilerimize, özel güvenlik personellerimize, bu salgında bizlerin güvenliği ve sağlığı için kendi sağlıklarının tehlikeye girmesini göze alarak mücadele eden herkese sonsuz teşekkür ediyoruz. İyi ki varsınız.  Milletimize de; “Sınırlamalara riayet edelim, bir an evvel sağlıklı günlere kavuşalım” diyoruz.

KAYNAK: Hasan GİRGİN

En az 10 karakter gerekli
Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.